RHAL HARİTANIN İZİNDE
RHAL HARİTANIN İZİNDE
  • Ana Sayfa
  • DİVRİĞİ ULU CAMİİ
  • KAPADOKYA NEVŞEHİR
  • HATTUŞA HİTİT BAŞKENTİ
  • NEMRUT DAĞI
  • HİEROPOLİS-PAMUKKALE
  • LETOON-XANTOS
  • SAFRANBOLU ŞEHRİ
  • TRUVA ARKEOLOJİK ALANI
  • EDİRNE SELİMİYE CAMİİ
  • ÇATALHÖYÜK NEOLİTİK ALANI
  • GÖBEKLİ TEPE
  • TOPKAPI SARAYI
  • EFES
  • BURSA VE CUMALIKIZIK
  • BERGAMA VE KÜLTÜRELPEYZAJ
  • DİYARBAKIR KALESİ
  • ANİ ARKEOLOJİK ALANI
  • APHRODİSİAS
  • İSHAK PAŞA SARAYI
  • SÜMELA MANASTIRI
  • ODUN PAZARI ( Eskişehir )
  • AKDAMAR KİLİSESİ
  • NURUOSMANİYE KÜLLİYESİ
  • KEKOVA
  • ZEUGMA
  • BALLICA MAĞARASI
  • ZEYNEL ABİDİN CAMİİ
  • MOR YAKUP KİLİSESİ
  • Daha fazlası
    • Ana Sayfa
    • DİVRİĞİ ULU CAMİİ
    • KAPADOKYA NEVŞEHİR
    • HATTUŞA HİTİT BAŞKENTİ
    • NEMRUT DAĞI
    • HİEROPOLİS-PAMUKKALE
    • LETOON-XANTOS
    • SAFRANBOLU ŞEHRİ
    • TRUVA ARKEOLOJİK ALANI
    • EDİRNE SELİMİYE CAMİİ
    • ÇATALHÖYÜK NEOLİTİK ALANI
    • GÖBEKLİ TEPE
    • TOPKAPI SARAYI
    • EFES
    • BURSA VE CUMALIKIZIK
    • BERGAMA VE KÜLTÜRELPEYZAJ
    • DİYARBAKIR KALESİ
    • ANİ ARKEOLOJİK ALANI
    • APHRODİSİAS
    • İSHAK PAŞA SARAYI
    • SÜMELA MANASTIRI
    • ODUN PAZARI ( Eskişehir )
    • AKDAMAR KİLİSESİ
    • NURUOSMANİYE KÜLLİYESİ
    • KEKOVA
    • ZEUGMA
    • BALLICA MAĞARASI
    • ZEYNEL ABİDİN CAMİİ
    • MOR YAKUP KİLİSESİ

  • Ana Sayfa
  • DİVRİĞİ ULU CAMİİ
  • KAPADOKYA NEVŞEHİR
  • HATTUŞA HİTİT BAŞKENTİ
  • NEMRUT DAĞI
  • HİEROPOLİS-PAMUKKALE
  • LETOON-XANTOS
  • SAFRANBOLU ŞEHRİ
  • TRUVA ARKEOLOJİK ALANI
  • EDİRNE SELİMİYE CAMİİ
  • ÇATALHÖYÜK NEOLİTİK ALANI
  • GÖBEKLİ TEPE
  • TOPKAPI SARAYI
  • EFES
  • BURSA VE CUMALIKIZIK
  • BERGAMA VE KÜLTÜRELPEYZAJ
  • DİYARBAKIR KALESİ
  • ANİ ARKEOLOJİK ALANI
  • APHRODİSİAS
  • İSHAK PAŞA SARAYI
  • SÜMELA MANASTIRI
  • ODUN PAZARI ( Eskişehir )
  • AKDAMAR KİLİSESİ
  • NURUOSMANİYE KÜLLİYESİ
  • KEKOVA
  • ZEUGMA
  • BALLICA MAĞARASI
  • ZEYNEL ABİDİN CAMİİ
  • MOR YAKUP KİLİSESİ

TOPKAPI SARAYI

  

TOPKAPI SARAYI

İstanbul Sarayburnu'nda, Osmanlı İmparatorluğu'nun 600 yıllık tarihinin 400 yılı boyunca, devletin idare merkezi olarak kullanılan ve Osmanlı padişahlarının yaşadığı saraydır. Bir zamanlar içinde 4.000'e yakın insan yaşamıştır.

Topkapı Sarayı Fatih Sultan Mehmed tarafından 1478’de yaptırılmış, Abdülmecit’in Dolmabahçe Sarayı’nı yaptırmasına kadar yaklaşık 380 sene boyunca devletin idare merkezi ve Osmanlı padişahlarının resmi ikâmetgâhı olmuştur. Kuruluş yıllarında yaklaşık 700.000 m.² lik bir alanda yer alan sarayın bugünkü alanı 80.000 m² dir.

Topkapı Sarayı, saray halkının Dolmabahçe Sarayı, Yıldız Sarayı ve diğer saraylarda yaşamaya başlaması ile birlikte boşaltılmıştır. Padişahlar tarafından terk edildikten sonra da içinde birçok görevlinin yaşadığı Topkapı Sarayı hiçbir zaman önemini kaybetmemiştir. Saray zaman zaman onarılmıştır. Ramazan ayı içerisinde padişah ve ailesi tarafından ziyaret edilen Kutsal Emanetler Dairesi’nin her yıl bakımının yapılmasına ayrı bir önem verilmiştir.

Fatih Sultan Mehmed 1465 yılında Topkapı Sarayı'nın inşaatını başlatmıştır.

Topkapı Sarayı’nın ilk defa, adeta bir müze gibi ziyarete açılması Abdülmecit dönemine rastlamıştır. O dönemin İngiliz elçisine Topkapı Sarayı Hazinesi’ndeki eşyalar gösterilmiştir. Bundan sonra Topkapı Sarayı Hazinesi’ndeki eski eserleri yabancılara göstermek gelenek haline gelir ve Abdülaziz zamanında, ampir üslupta camekanlı vitrinler yaptırılır, hazinedeki eski eserler bu vitrinler içinde yabancılara gösterilmeye başlanır. II. Abdülhamid tahttan indirildiği sıralarda Topkapı Sarayı Hazine-i Hümâyûn’un pazar ve salı günleri olmak üzere halkın ziyaretine açılması düşünülmüşse de bu gerçekleşememiştir.

Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle 3 Nisan 1924 tarihinde halkın ziyaretine açılmak üzere İstanbul Âsâr-ı Atika Müzeleri Müdürlüğü’ne bağlanan Topkapı Sarayı önce Hazine Kethüdalığı, sonra Hazine Müdüriyeti adıyla hizmet vermeye başlamıştır. Bugün ise Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü adıyla hizmet vermeye devam etmektedir.

1924 yılında bazı ufak onarımlar yapıldıktan ve ziyaretçilerin gezebilmeleri için gereken idari önlemler de alındıktan sonra Topkapı Sarayı 9 Ekim 1924 tarihinde müze olarak ziyarete açılmıştır. O tarihte ziyarete açılan bölümler Kubbealtı, Arz Odası, Mecidiye Köşkü, Hekimbaşı Odası, Mustafa Paşa Köşkü ve Bağdat Köşkü’dür.

Günümüzde büyük turist kitlelerini kendine çeken saray 1985 yılında UNESCO Dünya Mirasları Listesi'ne giren İstanbul Tarihî Yarımada içerisindeki tarihi eserlerin en başında gelmektedir. Günümüzde müze olarak hizmet vermektedir.

Topkapı Sarayı'nın bölümleri

Topkapı Sarayı'nın havadan görünümü, arka planda ayrıca Aya İrini, Aya Sofya ve Sultan Ahmet Camii görünmektedir (Ekim 2014)

Topkapı Sarayı, Marmara Denizi, İstanbul Boğazı ve Haliç arasında kalan tarihsel İstanbul yarımadasının ucundaki Sarayburnu’nda Bizans akropolü üzerinde kurulmuştur. Saray, kara tarafından Fatih Sultan Mehmet’in yaptırdığı Sûr-ı Sultâni, deniz tarafından ise Bizans surları ile şehirden ayrılmıştır. Çeşitli kara kapılarıyla ve deniz kapılarıyla saray içerisindeki değişik yerlere açılan kapıların haricinde, sarayın anıtsal girişi Ayasofya'nın arkasında bulunan Bâb-ı Hümâyûn (Saltanat Kapısı)dur. Topkapı Sarayı yönetim, eğitim yeri ve padişahın ikâmetgâhı olması sebebiyle oluşturulan yapılanmaya uygun olarak iki ana bölüme ayrılmıştır. Bunlar, birinci ve ikinci avludaki hizmet yapılarından oluşan Birun ile iç örgütlenme ile ilgili yapılardan oluşan Enderun’dur.

Bab-ı Hümayun (Saltanat Kapısı)

Sarayı şehirden ayıran ve Fatih tarafından sarayın inşaatıyla birlikte yaptırılmış olan Sur-i Sultani içerisindeki saray alanına Bâb-ı Hümâyûn’dan girilmektedir.

Kapının en üstünde Ali bin Yahya Sofi tarafından yazılmış bulunan müsemmen(karşılıklı) tarzda, celi sülüs hat ile Hicr Suresi'nin 45-48. ayetleri yazılıdır. Kapının üstündeki ilk kitabede sadeleştirilmiş şekliyle şöyle yazar: "Bu mübarek kale, Allah'ın rızası ve inayetiyle bina edilmiş. Karaların sultanı, denizlerin hakanı, iki alemde Allah'ın gölgesi, Doğu'da ve Batı'da Allah'ın yardımı, su ve toprağın kahramanı, Konstantiniyye'nin fatihi ve cihan fetihlerinin babası olan Sultan Mehmed Han oğlu Sultan Murad Han oğlu Sultan Mehmed Han'ın Allah Teala onun hükümdarlığını ebedi kılsın ve makamını feleğin en parlak yıldızının üstüne çıkarsın, Ebu'l Feth Sultan Mehmed Han emriyle 883(Hicri) yılının mübarek Ramazan ayında(Kasım-Aralık 1478) imar ve inşa edildi." ifadesi yer alır.

Kitabenin altında ve kapının iç tarafında bulunan II. Mahmut ve Abdülaziz’e ait tuğralardan, kapının birkaç defa onarıldığı anlaşılmaktadır. Bab-ı Hümayun’un iki yanında, kapıcılara ayrılmış küçük odalar vardır. Kapının üstünde 1866 yılında yandığı için günümüze ulaşamayan, Fatih Sultan Mehmed’in kendisi için yaptırdığı köşk biçiminde küçük bir daire vardı. Üst katın asıl önemi Beytül mâl (Kapı arası hazinesi) olarak kullanılmış olmasıdır. Padişahın ölen kulları veya varissiz ölen şahısların servetlerinin sultan hazinesine alınması sistemi olan muhallefat sistemi ile bağlantılı olan bu mekan, sultan hazinesine alınmayan emtianın yedi sene emanete alındığı mekan olarak kullanılmıştır.

I. Avlu (Alay Meydanı)

Bab-ı Hümayun'dan girilen, asimetrik planlı bu avluya saray-kent-devlet üçlü yönetim sisteminin ikinci derecede öneme sahip olan yapıları yerleştirilmiştir.Burası halkın belirli günlerde girebildiği ve devletle olan ilişkilerini yürüttüğü bir merkez niteliğindedir. Devlet erkanının at ile girebildiği tek alandır.

Bab-ı Hümayun’u Bab-üs Selam’a bağlayan 300 metre uzunluğundaki ağaçlı yol sultanların Cülus, Sefer, Cuma Selamlıklarına ihtişamla geçtiklerine sahne olmuştur.Bu avlu aynı zamanda Elçi alayları, Beşik alayları ile Valide Sultanların saraya taşınmasındaki Valide alaylarına da sahne olmuştur.

Alay Meydanı’nında bulunan hizmet yapıları

Sol tarafta sarayın ihtiyacını karşılayan odun ambarı ve hasırcılar ocakları bulunmaktaydı. Hamamları, koğuşları, işlikleri, ahırları ile bir bütün teşkil eden bu kısımlar günümüze ulaşamamıştır. Avlunun sol tarafındaki, günümüzde Karakol Restoran olarak hizmet veren bina, Osmanlı döneminde Topkapı Sarayı'nın dış karakolu olarak kullanılmaktaydı.

Bu yapılardan sonra gelen Fatih Sultan Mehmet döneminden itibaren Cebehane olarak kullanılan Aya İrini Kilisesi günümüze ulaşmış ender yapılardandır. Cebehane’nin yanından başlayarak sarayın bahçelerine ve Çinili Köşk’e geçit veren yol boyunca uzanan bu yapılar günümüze tamamıyla değişmiş olarak gelmiştir.

Darphanenin 17.786 metrekarelik kısmı günümüze ulaşmıştır, Darphane Genel Müdürlüğü Damga Matbaası Daire Başkanlığı, Röleve ve Anıtlar Müdürlüğü ile Restorasyon ve Konservasyon Merkez Laboratuvarı Müdürlüğü bu yapıların bir kısmını kullanmaktadır. Koz bekçileri kapısından sonra gelerek Arkeoloji Müzesi’nin karşısında kalan yapıları Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan kiralayan Tarih Vakfı kullanmaktadır.

Günümüzde I. Avlu'da Bulunmayan Yapılar

Darphane binalarının sonunda Kız bekçileri veya Koz bekçileri adı verilen bir kuruluşun yerinin bulunduğu bilinmektedir. Görevleri depoların ve haremin dıştan korunması olan Koz bekçiler Ocağı’nın bulunduğu kısımdaki yolun üzerindeki kapı da Koz Bekçiler Kapısı adıyla anılmaktadır. Bâb-ı Hümâyûn’un girişinden itibaren sağ tarafta sırasıyla Enderun Hastahanesi, sarayın Marmara tarafındaki yapılarına ve bahçelerine inen yol ile Dizme ya da Dizme Kapısı denilen kapı, Hasfırın ve Dolap Ocağı vardı.

Kapının girişine yaklaştıkça II. Abdülhamid tarafından meydanın bu kenarındaki duvara taşınan 16. yüzyıla ait Cellat Çeşmesi görülür. Yolun sol tarafında ise avlunun Bab-üs Selam’a yakın kısmında küçük sekizgen köşk biçiminde bir yapı bulunuyordu.Külah biçiminde sivri çatısı olan yapı Kağıt Emini Kulesi veya Deavi Kasrı olarak da tanınmaktadır. Buraya her gün Kubbealtı vezirlerinden biri gelerek halkın verdiği dilekçeleri toplar, dava sahiplerini dinler ve konuyu Divan’a sunardı. Bugün aşağı yukarı bu mekânın bulunduğu yerde saraya giren-çıkan ziyaretçilere yiyecek-içecek servisi yapılan DÖSİM’e ait çay bahçesi bulunmaktadır.

Babüsselam

Fatih Sultan Memed tarafından 1468 yılında yaptırılmıştır. Kanunî döneminde yapılan onarımlardan sonra, kesme taştan, geniş kemerli portal tonozu, yan nişleri ile 16. yüzyıl Osmanlı mimarisinin klasik unsurlarını yansıtan kapı, İki kulesi ile çağdaşı Avrupa kale kapılarına da benzer. Demir kapı 1524’te İsa bin Mehmed tarafından yapılmıştır. I. Avluya bakan cephede Kelime-i Tevhid, Sultan II. Mahmud tuğrası, yanlarda 1758 tarihli tamir kitabeleri ve Sultan III. Mustafa tuğraları vardır.

Saray-ı Hümayun ve İç Saray

Surlarla çevrili Saray-ı Hümayun'un yapıları: Otluk Kapısı, Balıkhane Kapısı, Saadet Kapısı, Haseki Hamamı, Alay Köşkü, Zeynep Sultan Camii, Soğukçeşme Kapısı, Ayasofya, III. Ahmet Çeşmesi, Ahırkapı Feneri, İncili Köşk, Odun Kapısı, Has Ahır, Hasbahçe, Şevkiye Köşkü, Vükela Kapısı, Eski Kayıkhaneler, Sepetçiler Kasrı, Yalı Köşkü, Demirkapı, Yalıköşkü Kapısı, Yeni Darphane, Darphane Köşkü, Babı Hümayun, Gülhane Kasrı, Gotlar Sütunu, Babüsselam, Arz Odası, Çinili Köşk, Revan Köşkü, Bağdat Köşkü, III. Osman Köşkü, Sofa Köşkü, Lala Bahçesi, Birinci Avlu, İkinci Avlu, Üçüncü Avlu, Topkapı Sarayı.

İç saraydaki yapılar:

Babüsselam, Mutfak kanadı, Babüssaade, Arz odası, Fatih Köşkü, Hekimbaşı odası, Ağalar Camii, İç hazine, Raht Hazinesi, Has Ahır, Kubbealtı, III. Ahmet Kütüphanesi, Sünnet odası, III. Murat Köşkü

ADALET KULESİ

İlk olarak Fatih Sultan Mehmet döneminde inşa edilmiştir. I. Süleyman tarafından 1527-1529 arasında genişletilmiştir. 2. Mahmut 1825'te kulenin üst kısmını yeniden yaptırmıştır.

Harem ile divanın toplandığı Kubbealtı arasında yer alır. Sarayın en yüksek yapısıdır. Boğazdan bakıldığında sarayın en belirgin bölümüdür, silüet içerisinde anıtsal bir yeri vardır. Osmanlı sultanının sonsuz adaletini sembolize etmesi, uzaktan bakıldığında herkesin görmesi ve sultanın adaletinden emin olması amaçlanmıştır.

DOLMA BAHÇE SARAYI

İstanbul, Beşiktaş'ta, Kabataş'tan Beşiktaş'a uzanan Dolmabahçe Caddesi'yle İstanbul Boğazı arasında, 250.000 m²lik bir alan üzerinde bulunan Osmanlı sarayı. Marmara Denizi'nden Boğaziçi'ne deniz yoluyla girişte sol kıyıda, Üsküdar ve Salacak'ın karşısında yer alır. İnşaatı 1843 yılında başlayıp 1856 yılında bitmiştir.

Dolmabahçe Sarayı'nın bugün bulunduğu alan, bundan dört yüzyıl öncesine kadar Osmanlı Kaptan-ı Derya'sının gemileri demirlediği, Boğaziçi'nin büyük bir koyu idi. Geleneksel denizcilik törenlerinin yapıldığı bu koy zamanla bir bataklık hâline geldi. 17. yüzyılda doldurulmaya başlanan koy, padişahların dinlenme ve eğlenceleri için düzenlenen bir "hasbahçe"ye (hadayik-hassâ) dönüştürüldü. Bu bahçede çeşitli dönemlerde yapılan köşkler ve kasırlar topluluğu, uzun süre "Beşiktaş Sahil Sarayı" adıyla anıldı.

18. yüzyılın ikinci yarısına doğru, Türk mimarisinde Batı tesirleri görülmeye başlanmış ve "Türk Rokokosu" denilen süsleme şekli, gene Batı tesiri altında kalarak yapılan barok tarzı köşk, kasır ve sebillerde kendini göstermeye başlamıştır. Sultan III. Selim, Boğaziçi'nde Batı tarzında ilk binaları inşa ettiren padişahtır. Mimar Melling'e Beşiktaş Sarayı'nda bir kasır yaptırmış, lüzum gördüğü diğer yapıları da genişlettirmiştir. Sultan II. Mahmut, Topkapı Sahilsarayı'ndan başka, Beylerbeyi ve Çırağan bahçelerinde Batı tarzında iki büyük saray yaptırmıştır. Bu devirlerde Yeni Saray (Topkapı Sarayı) fiilen olmasa bile, terkedilmiş sayılırdı. Beylerbeyi'ndeki saray, Ortaköy'deki mermer sütunlu Çırağan, eski Beşiktaş Sarayı ile Dolmabahçe'deki kasırlar II. Mahmut'un mevsimlere göre değişen ikametgâhlarıydı. Sultan Abdülmecit de babası gibi "Yeni Saray"a fazla itibar etmemekteydi, orada yalnızca kış mevsiminde birkaç ay kalıyordu. Kırkı aşkın çocuğunun neredeyse tamamı Boğaziçi saraylarında dünyaya gelmiştir.

Sultan Abdülmecit, eski Beşiktaş Sarayı'nda bir süre oturduktan sonra, şimdiye kadar tercih edilen klasik saraylar yerine, ikamet, sayfiye, misafir kabul ve ağırlama, devlet işlerini yürütme amacıyla, Avrupâî plan ve üslupta bir sarayın inşâ edilmesine karar verdi. Abdülmecit, diğer şehzadeler gibi iyi bir eğitim görmemesine rağmen, modern fikirlere sahip bir idâreciydi. Batı müziğini ve Batı üslubuyla yaşamayı seven padişah, anlaşabilecek kadar da Fransızca biliyordu. Sarayı yaptırırken, "Kötülük ve çirkinlikler burada yasaktır, burada sadece güzel olan şeyler bulunsun." dediği rivâyet edilir.

Günümüzdeki Dolmabahçe Sarayı'nın yerinde bulunan köşklerin yıkımına, 200 yıl kadar önce denizden kazanılmış toprağın tekrar ortaya çıkarılması için kesin olarak hangi tarihte başladığına dâir bir bilgi yoktur. 1842'de eski sarayın hâlâ yerinde olduğu ve bu tarihten sonra yeni sarayın inşâsına başlandığı tahmin edilmektedir. Bununla birlikte bu tarihlerde inşaat arazisinin genişletilmesi için çevredeki tarla ve mezarlıkların satın alınarak istimlak edildiği belirtilir. İnşaatın tamamlanma tarihi Hakkında çeşitli kaynaklar değişik tarihler vermektedir. Ancak, 1853 yılı sonunda sarayı gezen Fransız bir ziyaretçinin anlattıklarından, sarayın hâlen süslemelerinin yapılmakta olduğunu, mobilyaların ise henüz yerleştirilmemiş olduğunu öğrenmekteyiz.

Sultan I. Abdülmecit tarafından yaptırılan Dolmabahçe Sarayı'nın cephesi, İstanbul Boğazı'nın Avrupa kıyısında 600 metre boyunca uzanmaktadır. Avrupa mimarî üsluplarının karışımı olan eklektik bir uslûpta, Ermeni mimarlar Garabet Amira Balyan ve oğlu Nigoğos Balyan tarafından 1843-1855 yılları arasında inşâ edilmiştir. 1855 yılında tamamıyla bitirilen,Dolmabahçe Sarayı'nın açılış töreni Rus İmparatorluğu ile 30 Mart 1856'da imzalanan Paris Antlaşması'ndan sonra olmuştur. Hicrî 7 Şevval 1272, milâdî 11 Haziran 1856 tarihli Ceride-î Havâdis gazetesinde, sarayın 7 Haziran 1856'da resmen açıldığı haberi verilmiştir.

Sultan Abdülmecit döneminde üç milyon kese altın tutan sarayın mâliyeti, Mâliye Hazinesi'ne aktarılınca, zor durumda kalan maliye, aylıkları, ay başı yerine ay ortalarında, sonraları da 3-4 ayda bir ödemek durumunda kalmıştır. Sultan Abdülmecit, 5.000.000 altına mâl olan Dolmabahçe Sarayı'nda sadece 5 yıl yaşayabilmiştir.

Osmanlı Imparatorluğu'nu ekonomik anlamda tam bir iflas hâlinde devralan Sultan Abdülaziz devrinde 5.320 kişinin hizmet verdiği sarayın yıllık masrafı 2.000.000 sterlini bulmaktaydı. Sultan Abdülaziz, kardeşi Sultan Abdülmecit kadar Batı hayranı değildi. Mütevâzı bir hayat tarzını tercih eden padişahın pehlivan güreşleri ile horoz dövüşlerine merakı vardı.

30 Mayıs 1876'da Sultan V. Murat, saraydaki dairesinden alınarak Bâb-ı Serasker'e götürüldü ve Serasker Kapısı'nda (Üniversite Merkez Binası) biât merâsimi yapıldı. V. Murat Sirkeci'den Dolmabahçe'ye saltanat kayığıyla dönerken, aynı saatlerde Sultan Abdülaziz başka bir kayıkla Topkapı Sarayı'na götürülmekteydi. Saraya getirilen V. Murat'a Mabeyn Dairesi'nin üst kat sofrasında ikinci bir biat merasimi düzenlendi. V. Murat'tan sonra tahta çıkan Sultan II. Abdülhamit şerefine bütün şehir fenerlerle aydınlatılırken, Dolmabahçe Sarayı'nda yalnızca bir odada ışık yanmaktaydı, padişah anayasa metni üzerinde çalışıyordu. Suikastten kuşkulanan Sultan Abdülhamit, Dolmabahçe Sarayı'nda oturmaktan vazgeçerek, Yıldız Sarayı'na taşındı. Sultan Abdülhamit, Dolmabahçe Sarayı'nda yalnızca 236 gün kaldı.

Büyük masraflarla inşâ edilen saray, Sultan Abdülhamit'in 33 yıllık saltanatı boyunca yılda iki kez Büyük Muayede Salonu'nda düzenlenen bayram törenlerinde kullanıldı. Sultan V. Mehmet zamanında sarayın kadrosu azaltılmış, yurt dışında çok önemli olaylar cereyan ederken, saray içinde, sekiz yıllık süre boyunca az sayıda olay gerçekleşmiştir. Bu olaylar, 9 Mart 1910'da 90 kişiye verilen bir ziyafet, aynı yılın 23 Mart'ında Sırp Kralı Petro'nun bir hafta süren ziyaret törenleri, Veliaht Max'ın ziyareti ve Avusturya imparatoru Karl ile İmparatoriçe Zita'nın şerefine düzenlenen ziyafetlerdir. Yorgun ve yaşlı padişahın vefatı Dolmabahçe Sarayı'nda değil Yıldız Sarayı'nda olmuştur. VI. Mehmet unvanıyla tahta çıkan Sultan Vahdettin, Yıldız'da oturmayı tercih etmiş, ancak vatanı Dolmabahçe Sarayı'ndan terketmiştir. 

Birinci TBMM reisi Gazi Mustafa Kemal tarafından imzalanmış telgrafı alan Abdülmecid Efendi, halife ilân edildi. Yeni halife TBMM'den gelen heyeti Dolmabahçe'nin Mabeyn Dairesi Salonu'nun üst katında kabul etti. Hilâfetin kaldırılmasıyla Abdülmecit Efendi mâiyetiyle birlikte Dolmabahçe Sarayı'nı terk etti. (1924) Boşalan saraya Atatürk üç yıl hiç uğramadı. Onun döneminde saray iki yönden önem kazandı; yabancı konukların bu mekânda ağırlanmaları, kültür ve sanat bakımından saray kapılarının dışarıya açılması. İran Şahı Pehlevi, Irak Kralı Faysal, Ürdün Kralı Abdullah, Afgan Kralı Amanullah, özel ziyaret için gelen İngiliz Kralı Edward ve Yugoslav Kralı Aleksandr, Mustafa Kemal Atatürk tarafından Dolmabahçe Sarayı'nda ağırlanmışlardır. 27 Eylül 1932'de Muayede Salonu'nda Birinci Türk Tarih Kongresi açılmış, 1934'te de Birinci ve İkinci Türk Dil Kurultayları burada toplanmıştır. Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu'nun bağlı olduğu Alliance Internationale de Tourisme'nin Avrupa toplantısı Dolmabahçe Sarayı'nda düzenlenerek, sarayın turizme ilk açılışı sağlanmıştır (1930).

Cumhuriyet döneminde, Atatürk'ün İstanbul ziyaretlerinde ikametgâh olarak kullandığı sarayda yaşanan en önemli olay, 10 Kasım 1938'de Atatürk'ün vefatıdır. Atatürk, sarayın 71 numaralı odasında vefat etmiştir. Muayede Salonu'nda kurulan katafalga konan naaşı önünden son saygı geçişi yapılmıştır. Saray, Atatürk'ten sonra cumhurbaşkanlığı sırasında İsmet İnönü tarafından, İstanbul'a gelişlerinde kullanılmıştır. Tek partili dönemden sonra saray, yabancı misafirleri ağırlamak amacıyla hizmete açılmıştır. Italyan Cumhurbaşkanı Gronchi, Irak Kralı Faysal, Endonezya Başbakanı Sukarno, Fransa Başbakanı General de Gaulle şereflerine törenler düzenlenip, ziyafetler verilmiştir.

1952'de Dolmabahçe Sarayı, Millet Meclisi İdare Amirliği'nce haftada bir gün olmak üzere halka açılmıştır. 10 Temmuz 1964 tarihinde Millet Meclisi Başkanlık Divanı'nın toplantısıyla resmî açılışı yapılmış, Millet Meclisi İdare Amirliği'nin 14 Ocak 1971 tarihli yazısıyla bir ihbar sebep gösterilerek kapatılmıştır. 25 Haziran 1979'da 554 sayılı Millet Meclisi Başkanı emriyle turizme açılan Dolmabahçe Sarayı, aynı yılın 12 Ekim'inde yine bir ihbar üzerine kapatılmıştır. İki ay kadar sonra Millet Meclisi Başkanı'nın telefon emriyle tekrar turizme hizmet vermeye başlamıştır. MGK İcra Daire Başkanlığı'nın 16 Haziran 1981 tarih ve 1.473 sayılı kararıyla saray ziyaretçilere tekrar kapatılmış ve bir ay sonra 1.750 sayılı MGK Genel Sekreterliği'nin emriyle açılmıştır.

Saat Kulesi, Mefruşat Dairesi, Kuşluk, Harem ve Veliahd Dairesi bahçelerinde ziyaretçilere yönelik kafeterya hizmetleri veren bölümler ve hediyelik eşya satış reyonları oluşturulmuş, bu reyonlarda millî sarayları tanıtıcı bilimsel nitelikte kitaplar, çeşitli kartpostallar ve Millî Saraylar Tablo Koleksiyonu'ndan seçilmiş ürünlerin tıpkı basımları satışa sunulmuştur. Diğer yandan, Muayede Salonu ve bahçeler ise ulusal ve uluslararası resepsiyonlara ayrılmış, yeni düzenlemelerle saray, müze içinde müze birimlerine, sanat ve kültür etkinliklerine kavuşturulmuştur. Saray 1984 yılından beri müze olarak hizmet vermektedir.

TOPKAPI PALACE

  

The Topkapı Palace (Turkish: Topkapı Sarayı; Ottoman Turkish: طوپقپو سرايى‎, romanized: Ṭopḳapu Sarāyı, lit. 'Cannon Gate Palace'), or the Seraglio, is a large museum in the east of the Fatih district of Istanbul in Turkey. In the 15th and 16th centuries it served as the main residence and administrative headquarters of the Ottoman sultans.

Construction, ordered by the Sultan Mehmed the Conqueror, began in 1459, six years after the conquest of Constantinople. Topkapı was originally called the "New Palace" (Yeni Saray or Saray-ı Cedîd-i Âmire) to distinguish it from the Old Palace [tr] (Eski Saray or Sarây-ı Atîk-i Âmire) in Beyazıt Square. It was given[by whom?] the name Topkapı, meaning Cannon Gate, in the 19th century. The complex expanded over the centuries, with major renovations after the 1509 earthquake and the 1665 fire. The palace complex consists of four main courtyards and many smaller buildings. Female members of the Sultan's family lived in the harem, and leading state officials, including the Grand Vizier, held meetings in the Imperial Council building.

After the 17th century, Topkapı gradually lost its importance. The sultans of that period preferred to spend more time in their new palaces along the Bosphorus. In 1856 Sultan Abdulmejid I decided to move the court to the newly built Dolmabahçe Palace. Topkapı retained some of its functions, including the imperial treasury, library and mint.

After the end of the Ottoman Empire in 1923, a government decree dated April 3, 1924 transformed Topkapı into a museum. Turkey's Ministry of Culture and Tourism now administers the Topkapı Palace Museum. The palace complex has hundreds of rooms and chambers, but only the most important are accessible to the public as of 2020, including the Ottoman Imperial Harem and the treasury, called hazine where the Spoonmaker's Diamond and the Topkapi Dagger are on display. The museum collection also includes Ottoman clothing, weapons, armor, miniatures, religious relics, and illuminated manuscripts such as the Topkapi manuscript. Officials of the ministry as well as armed guards of the Turkish military guard the complex. The Topkapı Palace forms a part the Historic Areas of Istanbul, a group of sites in Istanbul that UNESCO

recognised as a World Heritage Site in 1985

Name

Gate of Salutation

Tiles of the palace

The name of the palace was Saray-i Cedid-i Amire (Ottoman: سراى جديد عامره, Imperial New Palace) until the 18th century. The palace received its current name during Mahmud I's reign; when Topkapusu Sâhil Sarâyı, the seaside palace, was destroyed in a fire its name was transferred to the Palace. In Turkish the current name of the palace, Topkapı, means Cannon Gate

The palace complex is located on the Seraglio Point (Sarayburnu), a promontory overlooking the Golden Horn, where the Bosphorus Strait meets the Marmara Sea. The terrain is hilly and the palace itself is located at one of the highest points close to the sea. During Greek and Byzantine times, the acropolis of the ancient Greek city of Byzantion stood here.[citation needed]

After Sultan Mehmed II's conquest of Constantinople (known since 1930 in English as Istanbul) in 1453, the Great Palace of Constantinople was largely in ruins. The Ottoman court was initially set up in the Old Palace (Eski Saray), today the site of Istanbul University in Beyazit Square. Mehmed II ordered that construction of Topkapı Palace begin in 1459. According to an account of the contemporary historian Critobulus of Imbros the sultan "took care to summon the very best workmen from everywhere – masons and stonecutters and carpenters ... For he was constructing great edifices which were to be worth seeing and should in every respect vie with the greatest and best of the past." Accounts differ as to when construction of the inner core of the palace started and was finished. Kritovolous gives the dates 1459–1465; other sources suggest construction was completed in the late 1460s.

Mehmed II established the basic layout of the palace. His private quarters would be located at the highest point of the promontory. Various buildings and pavilions surrounded the innermost core and winded down the promontory towards the shores of the Bosphorus.[citation needed] The entire complex was surrounded by high walls, some of which date back to the Byzantine acropolis. This basic layout governed the pattern of future renovations and extensions. The layout and appearance of Topkapı Palace was unique amongst not only European travellers, but also Islamic or oriental palaces. European travellers described it as "irregular, asymmetric, non-axial, and [of] un-monumental proportions". Ottomans called it "The Palace of Felicity". A strict, ceremonial, codified daily life ensured imperial seclusion from the rest of world. One of the central tenets was the observation of silence in the inner courtyards. The principle of imperial seclusion is a tradition that was codified by Mehmed II in 1477 and 1481 in the Kanunname Code, which regulated the rank order of court officials, the administrative hierarchy, and protocol matters. This principle of increased seclusion over time was reflected in the construction style and arrangements of various halls and buildings. The architects had to ensure that even within the palace, the sultan and his family could enjoy a maximum of privacy and discretion, making use of grilled windows and building secret passageways.

Later sultans made various modifications to the palace, though Mehmed II's basic layout was mostly preserved. The palace was significantly expanded between 1520 and 1560, during the reign of Suleyman the Magnificent. The Ottoman Empire had expanded rapidly and Suleyman wanted his residence to reflect its growing power. The chief architect in this period was the Persian Alaüddin, also known as Acem Ali. He was also responsible for the expansion of the Harem.[citation needed]

In 1574, after a great fire destroyed the kitchens, Mimar Sinan was entrusted by Sultan Selim II to rebuild the damaged parts of the palace. Mimar Sinan restored and expanded not only the damaged areas, but also the Harem, baths, the Privy Chamber and various shoreline pavilions.

By the end of the 16th century, the palace had acquired its present appearance.[citation needed] The palace is an extensive complex rather than a single monolithic structure, with an assortment of low buildings constructed around courtyards, interconnected with galleries and passages. Few of the buildings exceed two stories.[citation needed] Seen from above, the palace grounds are divided into four main courtyards and the harem. The first courtyard was the most accessible, while the fourth courtyard and the harem were the most inaccessible. Access to these courtyards was restricted by high walls and controlled with gates. Apart from the four to five main courtyards, various other small to mid-sized courtyards exist throughout the complex. Estimates of the total size of the complex varies from around 592,600 m2 (146.4 acres) to 700,000 m2 (173 acres).

To the west and south the complex is bordered by the large imperial flower park, known today as Gülhane Park. Various related buildings such as small summer palaces (kasır), pavilions, kiosks (köşk) and other structures for royal pleasures and functions formerly existed at the shore in an area known as the Fifth Courtyard, but have disappeared over time due to neglect and the construction of the shoreline railroad in the 19th century. The last remaining seashore structure that still exists today is the Basketmakers' Kiosk, constructed in 1592 by Sultan Murad III.[citation needed]

Second Courtyard

Layout of the second courtyard: the gilded door leads to the domed Imperial Council Chamber and in the background is the Tower of Justice

Interior of the Imperial Council

Entrance of the Imperial Council

Through the middle gate is the Second Courtyard (II. Avlu), or Divan Square (Divan Meydanı). The courtyard was probably completed around 1465, during the reign of Mehmed II. It received its final appearance around 1525–1529 during the reign of Suleyman I. It is surrounded by the 

Divanhane, built with a wooden portico at the corner of the Divan Court, was later used as the mosque of the council. There are three domed chambers: the first chamber where the Imperial Council held its deliberations is called the Kubbealtı, the second was occupied by the secretarial staff of the Imperial Council, and the third—called Defterhāne—is where the head clerks kept 

and tuğras. The ceiling is partly painted and gold-leafed, with a golden ball hanging from the middle. The sides with baroque decorative elements and miniature paintings of landscapes.

The Sultan used this gate and the Divan Meydanı square only for special ceremonies. The Sultan sat before the gate on his Bayram throne on religious, festive days and accession, when the subjects and officials perform their homage standing. The funerals of the Sultan were also conducted in front of the gate.

On either side of this colonnaded passage, under control of the Chief Eunuch of the Sultan's Harem (called the Bâbüssaâde Ağası) and the staff under him, were the quarters of the eunuchs as well as the small and large rooms of the palace school.

The small, indented stone on the ground in front of the gate marks the place where the banner of Muhammad was unfurled. The Grand Vizier or the commander going to war was entrusted with this banner in a solemn ceremony.

Third Courtyard

The Third Courtyard, depiction from the Hünername in 1584

Beyond the Gate of Felicity is the Third Courtyard (III. Avlu), also called the Inner Palace (Enderûn Avlusu), which is the heart of the palace.[better source needed] It is a lush garden surrounded by the Hall of the Privy Chamber (Has Oda), the treasury, the harem and the library of Ahmed III.

The Third Courtyard is surrounded by the quarters of the Ağas, page boys in the service of the sultan. They were taught the arts, such as music, painting and calligraphy. The best could become the Has Oda Ağası or high-ranking officials.[citation needed]

The layout of the Third Courtyard was established by Mehmed II. While Mehmed II would not sleep in the harem, successive sultans after him became more secluded and moved to the more intimate Fourth Courtyard and the harem section.[citation needed]

Telif Hakkı © 2021 RHAL HARİTANIN İZİNDE - Tüm Hakları Saklıdır.


GoDaddy Destekli